top of page

SELAMLAŞMA ADABI

Birbiriyle karşılaşan iki kişi konuşmazdan veya hacetleri görmeden önce selâmlaşmak zorundadırlar. Bu şekilde hareket etmek sünnettir verilen selâmı dinlemek de en doğru görüşe göre vaciptir. Selâm verenin selâmını aldıktan sonra tekrar sahibine iade etmek farzı kifâyedir. Eğer bir topluluğa selâm veriliyorsa toplulukta bulunanlardan birinin selâmı alıp vermesi yeter. Tek tek hepsi alıp verirse sevap ve fazileti daha çoktur.

SELÂMLAŞMA ADABI

«Size selâm verildiğinde siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını sorucudur.» Nisa sûresi âyet: 86

Selam; Allah'ın cc 99 güzel isminden biridir. Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan; Her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran; Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden manasındadır. 


Ey saadet yolcusu!.. Bu anlattıklarımız sana yol gösterici olarak yeter. Eğer kanaat getirirsen. Bu ışık saçıcı sözlerimizi halkada yay ve 

alimlerin parıl parıl parıldayan ilim kılıçlarından sakın. Onların gösterdikleri yoldan sakın ayrı düşme.

Peygamberimiz diyor ki:

Herhangi bir eser kitap veya mektubunda salavat getiren kimsenin ismim oradan kazınmadığı sürece melekler daima Allah'tan affını dilerler.

İki Müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni (dünyâda ve âhirette selâmette ol sıhhat ve âfiyet dünya ve ahiret meşakkatlerinden beri olmak mü'min kullardan dua meleklerden istiğfar peygamberlerden şefaat sizin üzerinize olsun) demesi diğerinin de; "Ve Aleyküm selâm" yâni (Bana ettiğin bu güzel duâ senin de üzerine olsun) demesidir. Selamlaşmak yerine günaydın tünaydın gibi hiç bir mana ifade etmeyen sözlerle biri birini karşılamak Müslüman için büyük bir gaflettir ama Selamdan sonra Merhaba demekte bir sakınca yoktur; Şâdlık neşeli oluş. Genişlik vüs'at. "rahat olunuz serbest olun manasındadır.

İki Müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni (dünyâda ve âhirette selâmette ol sıhhat ve âfiyet dünya ve ahiret meşakkatlerinden beri olmak mü'min kullardan dua meleklerden istiğfar peygamberlerden şefaat sizin üzerinize olsun) demesi diğerinin de; "Ve Aleyküm selâm" yâni (Bana ettiğin bu güzel duâ senin de üzerine olsun) demesidir. Selamlaşmak yerine günaydın tünaydın gibi hiç bir mana ifade etmeyen sözlerle biri birini karşılamak Müslüman için büyük bir gaflettir ama Selamdan sonra Merhaba demekte bir sakınca yoktur; Şâdlık neşeli oluş. Genişlik vüs'at. "rahat olunuz serbest olun manasındadır.

Müslüman'ın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır. Selâmına cevap vermek hastasını yoklamak cenâzesinde bulunmak davetine gitmek ve aksırıp; "Elhamdülillah" deyince; "Yerhamükellah" diyerek cevap vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî Müslim)

Selâmda sünnet şöyledir ki; önce büyük küçüğe şehirli köylüye devedeki ata binmiş olana attaki merkebde olana merkeb üstündeki yaya yürüyene ayakta olan oturana az olan çok olana efendi hizmetçisine baba oğluna ana kızına verir. Rütbe ve nimeti çok olan önce verir. İki Müslüman birbirine aynı anda selâm verirse her ikisinin de birbirine cevâb vermesi farz olur. Birbirinden sonra selâm verirlerse ikincisinin verdiği selâm cevâb yerine geçer. Çok kimseye selâm verildiği zaman bir kişi hattâ bir çocuk cevâb verince ötekiler vermese de olur. İki Müslüman karşılaşınca birinin "Selâmün aleyküm" demesi sünnet diğerinin cevap olarak "Ve aleyküm selâm" demesi farz-ı kifâyedir. (Muhammed Rebhâmî)

HADİSLER VE AÇIKLAMALAR

Çoğu din bilginlerimize göre selâm vermek sünnet almak da vaciptir. Bu hükme de manasını verdiğimiz âyetteki «selam verin.» emrinden varıyorlar.

Selâm veren bir kimseye iki şekilde karşılık verilir:

a) Daha güzeliyle.

Selâmın daha güzeli şöyle olur. Meselâ size «Selâmun aleyküm» diyene siz de «Aleyküm selâm ve rahmetûllah» diye mukabele edersiniz. Eğer selâm veren «selâmûn aleyküm ve rahmetûllah» demişse siz de «Aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtûh.» diye karşılık verirseniz bu son şekil selâmın en güzel şeklidir. Bundan daha güzel selâm yoktur.

b) Aynı sözlerle.

Bu selâm şekli selâm verene aynı sözlerle karşılık vermek suretiyle verilen selâmdır. Meselâ size "Selâmûn aleyküm." diyene siz de «Aleyküm selâm" diye cevap verirsiniz.

Peygamberimiz diyor ki:

Hadisi rivayet eden anlatıyor: Birgün birisi Peygamber'e (s.a.v.) «Esselâmû aleyke» diyerek selâm verdi. Peygamber de "Ve Aleykes-selâm ve rahmetûllah.» diye cevap verdi.

Bir başkası «Esselâmû aleyke ve rahmetûllah» diye selâm verince Peygamberimiz (s.a.v.) ona "Ve aleykes-selâm ve rahmetûllah; ve berekâtûh» diye mukabelede bulundu.

Bir başkası da «Esselâmû aleyke ve rahmetûllahi ve berekâtûh» diye selâm verince peygamber de ona sadece "Ve aleyke» diye karşılık vermekle yetindi.

Bunun üzerine selâm veren adam «Ey Allah'ın elçisi!.. Bana selâm verirken selâmınızı kısa kestiniz. (Yukarıda âyeti okuyarak) bu Allah kelâmının gereğini niye yerine getirmediniz?» diye sordu. Peygamber de şöyle cevap verdi: «En geniş ve güzel şekliyle selâm verdiniz. Bana bir şey bırakmadınız. Ben de sizin selâmınızı aynen size iade etmek zorunda kaldım.»

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon

YEME İÇME ADABI

Yerken ve içerken uyulması gereken birtakım edep ve terbiye kuralları vardır. Bunlar yemekten önce, yemek esnasında ve yemekten sonra olmak üzere üç kısma ayrılır.

Yemekten Önce

a) Yiyeceklerin hem helal yoldan kazanılmış, hem de iyi ve temiz olması.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

,

“Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin..”(Bakara Suresi, 188)

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların iyi ve temiz olanlarından yiyin.” (Bakara Suresi,172)

b) Yemekten önce elleri yıkamak

Yemek Esnasında

1- Yemeğe “Bismillah” diyerek başlamak.

2- Sağ el ile yemek.

3- Aynı kaptan yendiği takdirde, yemeği kendi önünden almak.

Ömer b. Ebî Seleme (r.a) diyor ki:

“Peygamberimiz bana, “Bismillah de, sağ elinle ve önünden ye.” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 108)

4- yemeği beğenmemezlik etmemek.

Peygamberimiz hiçbir yemeği kötülememiştir. O, isteği varsa yer, isteği yoksa bırakırdı. (Buhari, Menaâkıb, 23; Ebu Dâvûd, Et’ıme, 13)

5- Lokmayı ağıza göre alıp iyice çiğnedikten sonra yutmak.

6- Lokma ağzında iken konuşmamak.

7- Suyu içmeden önce bardağa bakmak.

8- Suyu bir solukta içmemek. Peygamberimiz suyu üç solukta içerdi. (Buhârî, Eşribe, 26; Ebû Dâvûd, Eşribe, 19, Tirmizî, Şemail, 92)

9- Bardağın içine nefes vermemek.

10- Yemek esnasında başkalarını tiksindirecek ve iğrendirecek söz ve davranışlarda bulunmamak.

11- Yemek esnasında susmak iyi değildir. Ancak yemekte iyi ve güzel şeyler konuşmalı, yiyenleri tiksindirecek ve iğrendirecek şeyleri konuşmaktan sakınmalıdır.

12- Ekmeği yere atmamak ve üzerine tabak, tuzluk ve benzeri şeyleri koymamak.

Peygamberimiz (s.a.v):

“Ekmeğe saygı gösterini.” buyurmuştur. (Keşfu’l-hafâ,1,170)

Elini veya bıçağı ekmekle silmek de uygun değildir. Eğer bıçağı ekmekle silip o ekmeğiyerse bunun sakıncası yoktur.

13- Dişleriyle kopardığı lokmayı yemeğin içine bırakmamak.

14- Aksıracağı veya ağzından bir şey çıkaracağı zaman yüzünü sofradan çevirmek veya ağzını kapamak.

15- Toplu halde yerken önündeki yemeğe bakmak, sağa sola göz gezdirmemek, yanındakilerin lokmasına ve yemeğin geldiği tarafa bakmamak.

  • Grey Instagram Icon
  • Grey YouTube Icon
  • Grey Facebook Icon

16- Ağzındaki lokmayı yutmadan başka lokma almamak.

Ziyafetlerde ev sahibinin misafirlere bizzat hizmet etmesi de uygun bir davranıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) misafirlerine bizzat kendisi hizmet etmişlerdir.

Ziyafette, ev sahibinin suskun durması uygun olmadığı gibi, hizmet edenleri misafirlerin yanında azarlaması da doğru değildir. Ev sahibinin dikkat edeceği hususlardan birisi de, ziyafet verdiği kişilerin rahatsızlık duymalarına sebep olacak kimseleri orada bulundurmamasıdır. Misafir de, ev sahibinin rızası olmadan yanında başkasını ziyafete getirmemelidir.

Toplu yemek yenirken, yemeğe devam edenleri utandırmamak için herkes yiyip bitirmedikçe sofradan kalkılmamalıdır.

Misafir, ev sahibinin iznini almadan ve dua etmeden oradan ayrılmamalıdır. Karanlıkta yemek de mekruhtur.

Yemekten Sonraki Adab

Yemek bitince Elhamdülillah” denilmelidir.

Peygamberimiz (s.a.v) yemekten sonra, “Bizi yediren, içiren ve Müslüman olarak yaratan Allah’a hamd olsun” diye dua ederdi.

Yemeğe başlarken Besmelenin sofrada bulunanların işitecekleri şekilde söylenmesi uygundur. Fakat sofradakilerin hepsi yemeği tamamlamadıkça işitilecek bir sesle “Elhamdülillah” demek doğru değildir.

Ellerini ve ağzını yıkamak da yemekten sonra yerine getirilmesi gereken adaptandır.

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı İslam İlmihali/ Lütfi Şentürk,Seyfettin Yazıcı

Syf: 497, 498, 499

Peygamberimiz (asm)'in yeme içme adabı:

Allah, insanı âdeta bütün varlıkların merkezine yerleştirmiş. Canlı ve cansız her şeyi onun etrafında pervane etmiş. İnsanlık âleminin merkezine de rızkı koymuş. Tüm insanları rızkın etrafında döndürüyor. İnsana verilen bunca yetki ve gösterilen bunca özenin de, rızka muhtaç yaratılıp bir ömür boyu onun peşinden koşturulmasının da temel amacı şükürdür.

Şükür, muhtaç olduğumuz maddî ve manevî her türlü rızkın kimin tarafından gönderildiğini bilmek, O'na yürekten minnettarlık duymak, bunu yeri geldiğinde ifade etmek, sağladığı her türlü imkan ve enerjiyi O'nu hoşnut edecek şekilde kullanmaktır.

Bu temel ölçüyle, yeme içme adabının ana hatları ortaya çıkar. O da, istifade edeceğimiz bir nimeti, elimize aldığımız bir rızkı Allah'ın adıyla yemeye başlamak; nimete saygılı olmak, taşıdığı sanat incelikleri üzerinde tefekkür, yedikten sonra da Allah'a hamd etmektir.

İkinci önemli adabı, yeyip içtiklerimizin helalden olmasıdır. Bu da hem dinen kullanımı yasak olmaması, hem de hakkımız olmasına bağlıdır. İslamî usullerle kesilmemiş hayvan eti, domuz ve diğer yenmeyen canlılardan beslenmek ve şarap içmek yasak olanlara örnektir.

Allah'ın yer yüzünde bizim için serdiği nimet sofrası gerçekten çok geniştir. Helal olanlar, yasaklardan mukayeseye gelmeyecek kadar fazladır. Yasak edilenler de, bildiğimiz ve bilemediğimiz zararlarından dolayıdır. Helal dairesi her türlü ihtiyaç ve arzumuza yetecek kadar geniştir. Harama girmeye hiç gerek yoktur. Aslında helal olmakla birlikte, başkalarının hakkı olan şeylerin, rızaları alınmadan yenilip içilmesi de haramdır.

– Sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: Hazreti Peygamber (s.a.v.) bir şey yeyip içtikten sonra şu duâyı okurdu:

Yemek Duasının Anlamı:

  • “Bize yedirip içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allâh’a hamdolsun”(Tirmizî, Daavât 5 5; Ebû Dâvud, Et’ime 5 2 ; İbnu Mâce, Et’ime 16 ) Bu güzel dua

  • “Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz. ” (Buhârî, Et`ime 54.;Ebû Dâvûd, Et`ime 52 (3849); İbni Mâce, Et`ime 16)

  • “Bu yiyeceği bana yediren ve tarafımdan hiçbir güç ve kuvvet olmadan bunu bana rızık kılan Allâh’a hamdolsun” derse geçmiş günahları affolunur” dedi.”(Ebû Dâvud, Libâs 1; Tirmizî, Da’avât 55; İbnu Mâce, Et’ime 16)

GİYİM KUŞAM ADABI

  • Giyim kuşam adabı Mumsema “Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır.” (el-A'râf 7/26) 
    İnsan için yeme içme ne kadar zarurî bir ihtiyaç ise giyinmek ve toplum içinde güzel bir görünüme sâhip olmak da o derece önemlidir. Vücûd, ancak giyim kuşam yoluyla haricî tesirlerden korunur, ayıplardan kurtulur ve güzelliğini kemâle erdirir. 
    Aslında örtü, zerreden küreye kâinâtın hemen her unsurunda müşâhede edilen fıtrî bir hakîkattir. Dünyanın atmosferi, ağaç ve meyvelerin kabukları, hayvanların deri ve tüyleri, anne karnındaki cenini saran plasenta zarı bir nevi elbise (tesettür) hükmünde olup bunları dışa karşı muhafaza eder ve görünüşlerini güzelleştirir. 
    Kur'ân-ı Kerim'de: 
    “ Ey Âdem oğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır. ” (el-A'râf 7/26) 
    “ Allâh sizi sıcaktan (ve soğuktan) koruyacak elbiseler yarattı… ” (en-Nahl 16/81) buyrulmak sûretiyle söz konusu hakîkatlere temâs edilmiştir. 
    Çevre ve iklim şartlarına karşı korunma duygusu, insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da mevcuttur. Aradaki bâriz fark, insanın aklını şuurlu bir şekilde kullanarak toplum içinde namus, şeref ve haysiyetini muhâfaza kabiliyetine sâhip olmasıdır. Bu ise hayâ duygusunun bir gereği olarak avret sayılan yerlerin örtülmesiyle mümkündür. Âyet-i kerîmede zikredilen “ takvâ elbisesi ” ifâdesiyle bu husûsa dikkat çekilmekle birlikte takvâ hâlini elde etmenin, insanı mânevî âfetlerden muhâfaza edeceği bildirilmiştir. Hâce Muhammed Lütfi şöyle der: 
    Zînet oldur hil'at-i mânevî geysün rûh-i pâk 
    Âsitân-ı ârifânda zer-şirâz etsün seni 
    “Zînet olan elbise, aslında pâk olan rûhun giydiği mânevî kaftandır. Bu elbiseyi giy ki seni âriflerin eşiğini süsleyen altın gibi kıymetli yapsın.” 
    Allâh'ın koyduğu bu gâyeye uymayan ve insanı takvâdan uzaklaştıracak şekilde giyilen elbiseler, İslâmî bir kıyafet olarak nitelendirilemez. Nitekim Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Hz. Âişe'nin kardeşi Esmâ'nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve: 
    “– Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra, -yüzü ve eline işâret ederek- kadınların şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31) 
    Yine Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- aynı mevzûya temasla şöyle buyurmuştur: 
    “Cehennemliklerden henüz görmediğim (ve daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen, başkalarını da kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremezler. Hatta onun çok uzak mesâfeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52) 
    Elbise giymenin esas gâyesi, vücûdun uygun bir şekilde örtülmesi ve nezih bir görünüm kazanmasıdır. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- yeni bir elbise giydiği zaman: 
    “Avret yerimi örttüğüm ve kendisiyle güzel göründüğüm bu elbiseyi bana giydiren Allâh'a hamd olsun.” duâsını okur sonra da; “Yeni bir elbise giyince bu şekilde hamdeden ve eski elbisesini de tasadduk eden kimse, hayat ve memâtında Allâh'ın hıfz u emânında (koruması altında) olur.” buyururdu. (Tirmizî, Deavât, 107) 
    Kadınlar, örtünme husûsunda daha dikkatli olmalıdır. Birgün Abdurrahman'ın kızı Hafsa, başında ince bir örtü olduğu hâlde Hz. Âişe'nin yanına gelmişti. Âişe onun başındaki örtüyü aldı ve yerine kalın bir baş örtüsü örttü.” (Muvatta, Libâs, 6) 
    Kadınların saçlarını, boyunlarını ve zînetlerini kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek şekilde örtünmeleri Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olan bir farzdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: 
    “Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakılması yasak olan şeylerden) çevirsinler; ırzlarını korusunlar. Görünmesinde sakınca olmayan (el ve yüz gibi) yerleri dışında zînetlerini açığa vurmasınlar ve bunun için baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar...” (en-Nûr 24/31) 
    Bu âyet-i kerîmede kadınlardan: 
    1. Gözlerini bakılması haram olan şeylerden çevirmeleri, 
    2. Irzlarını ve iffetlerini korumaları, 
    3. Görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında zînetlerini (câzibe ve güzelliklerini) açığa vurmamaları, 
    4. Baş örtülerini boyun, gerdan vs. kapatacak şekilde yakaları üzerine salıvermeleri istenmekte, devamında da kadınların zînet yerlerini kimlerin yanında açabilecekleri sayılmaktadır. 
    Âyet-i kerimede geçen “humur”, “hımâr” kelimesinin çoğulu olup “kadının başını örttüğü şey, baş örtüsü” mânâsına gelir. “Humur”, gerek İslâm'dan önce gerekse İslâm'dan sonra Arap kadınlarının kullandıkları geleneksel baş örtüsüdür. Bu baş örtüsü İslam öncesi dönemde genellikle süs giysisi olarak kullanılır ve uçları kadının sırtına doğru salınırdı. O günün yaygın modasına göre kadınların giydiği gömleğin ya da blûzun önünde genişçe bir açıklık bulunur ve böylece göğüsler örtülmezdi. (Kurtubî, XII, 153; Elmalılı, V, 3506) İslâm, bu şekildeki açıklığı yasaklayıp baş örtüsünün yakalar üzerine salıverilmesini emrederek tesettürü farz kılmıştır. Buna göre kadınların baş örtülerini yakalarının üzerine salmaları; başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını ve göğüslerini güzelce örtmeleri gerekmektedir. Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre bu âyet-i kerîme nâzil olunca Muhâcir ve Ensâr kadınları, hemen eteklerinden birer parça keserek başlarını ve yakalarını emre uygun olarak örtmüşlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 24/13; Ebû Davud, Libâs, 31-33) 
    Karamanlı Nizâmî, hayâ ve edep sâhibi olmak için örtünmenin zarurî olduğunu, zirâ gülün, kendisine bakan kimseye açılmamasının şaşılacak bir durum olmadığını şöyle dile getirir: 
    Gül ârızına olsa muârız aceb olmaz 
    Kim yüzü açılmışta hayâ vü edep olmaz 
    Bir başka rivayette de kadın elbisesinin temel niteliğinin, “vücut hatlarını belli etmemesi” olduğuna dikkat çekilmektedir. (Heysemî, V, 137) 1 Dolayısıyla teni gösterebilecek elbisenin altına veya üstüne mutlaka başka bir şeyin giyilmesi gerekmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: 
    “Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle de (toplum içine çıktıklarında) dış kıyafetlerini üzerlerine alsınlar! Bu, onların (iffetli kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Şüphesiz Allâh, çok bağışlayıcıdır, rahmet edicidir.” (el-Ahzâb 33/59) 
    Bu âyet-i kerîmede, Müslüman hanımların evlerinden çıkarken üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetleri ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir. Bütün müfessirler, tabirleri değişik olsa da, mefhumda birleşerek âyetteki “cilbâb”dan maksadın, kadının elbiseleri üzerine giydiği ve bütün vücûdunu örten bir elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zamanımızda kadınların dışarı çıkarken ev kıyafetleri üzerine pardösü, manto ve benzeri bir elbise giymeleri gerekmektedir. Âyet, setr-i avretin yanısıra, örtünmenin tam şeklini de târif etmektedir. (Taberî, Tefsir , XXII, 33; Râzî, XXV, 230; Ebu Hayyan, VII, 250) 2 Ahmed Paşa, müslüman bir kadının nâ-mahremin yanında örtünmesi gerektiğini şöyle ifâde eder: 
    Cemâlin safhasın açma rakîbe 
    Önünde kâfirin Kur'ân yakışmaz 
    Çalışırken veya spor yaparken setr-i avrete kesinlikle riâyet edilmelidir. Misver bin Mahreme anlatıyor; Ağır bir taşı yüklenip getirdim. Üzerimde hafif bir elbise vardı. Taş omuzumda iken izârım (alt elbisem) çözülüverdi. Taşı bırakmadım ve o vaziyette yerine kadar götürdüm. Bunun üzerine Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Dön elbiseni al! Böyle çıplak dolaşmayın!” buyurdu. (Müslim, Hayz, 78) 
    Giyim kuşamda kadınlarla erkeklerin birbirlerine benzemeleri de yasaklanmıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, kadın gibi giyinen erkeklerin ve erkek gibi giyinen kadınların, rahmet-i ilâhiyeden uzak kalacaklarını bildirmiştir. ( Ebû Dâvûd, Libas, 28) 
    Rahmet Peygamberi olan Efendimiz'in, karşı cinsin giyim kuşamını tercih edenlere bu şekilde îkâzda bulunması, herşeyden önce kılık kıyâfetin basit bir şekilden ibaret olmadığını göstermektedir. Ayrıca cinsler arasındaki duygusal yapı bozukluğunun da giyim kuşam taklidi ile başladığı malumdur. Ne kadar acıdır ki günümüzde cinsler arası benzeşmeyi daha ileri götürmek ve yaygınlaştırmak maksadıyla çok özel ve ciddî gayretler sarfedilmekte, büyük yatırımlar yapılmakta ve güya iktisâdî kolaylık sağlamak için hem erkeğin hem de kadının giyebileceği giysiler üretilip pazarlanmaktadır. 3Bu yozlaşma, ancak Fahr-i Kâinât Efendimiz'in uyarılarını ciddîye alıp gereğini yerine getirmekle önlenebilir. 
    Diğer taraftan, örtünme ve tabiî süslenme gibi iki temel amaca hizmet etmeyen, gösterişe kaçan ve kibre sebep olan elbise de yasaklanmıştır. Bu hususla alâkalı hadislerden bazıları şöyledir: 
    “Kim dünyada şöhret elbisesi giyerse, Allâh Teâlâ ona kıyâmet gününde mezellet elbisesi giydirir. ” (İbn-i Mâce, Libâs, 24) 
    “Allâh, büyüklük taslayarak elbisesinin eteklerini yerde sürüyen kimsenin kıyâmet gününde yüzüne bakmaz. ” (Buhârî, Libâs, 1, 5) 
    Hadislerde zikredilen “şöhret elbisesi” tabiri iki açıdan yorumlanmaktadır: Kişinin insanlar arasında giyimi ile şöhret ve ün kazanması, gösterişli ve lüks elbiseler giymek şeklinde olabileceği gibi, eski ve yıpranmış elbise giyerek, zühd ve takva gösterişi sûretinde de tezâhür edebilir. 
    Büyüklük taslamak ve gösteriş yapmak gibi menfî tavırların yanısıra, giyim kuşamda israftan da kaçınılmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz; “İsraf etmemek ve kibre kapılmamak şartıyla yiyiniz, içiniz, tasadduk ediniz ve giyininiz. ” (Buhârî, Libâs, 1) buyurmaktadır. Büyük sahâbi İbn-i Abbâs da; “Kibir ve israf hatasına düşmediğin müddetçe dilediğini ye, dilediğini giy!” demiştir. (Buhârî, Libâs, 1) 
    Özellikle günümüzde giyim kuşamdaki aşırılıklardan biri de giyim eşyası olarak kullanılan deri mamulleri sanayinde görülmektedir. Kürk elde edebilmek için birçok hayvan nesli telef edilmektedir. 4
    Ehlullâh, giyim kuşamdaki israfı; şeriat bakımından giyinmede haddi aşmak, tarîkat cihetinden kifâyet miktarından fazlasını giymek ve hakîkat yönünden de giyilen elbiseye aşırı muhabbet göstermek şeklinde üç merhalede îzâh etmişlerdir. 
    Diğer taraftan gücü ve imkânları elverdiği hâlde, sırf tevâzudan dolayı lüks giyimi terkeden kişiye, Allâh Teâlâ'nın herkesten önce hitab edeceği ve cennet elbiselerinin en iyilerinden giydireceği müjdesi verilmiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 39) Bununla birlikte, kişinin imkânları nisbetinde kibre kapılmadan, düzgün bir kılık kıyafeti tercih etmesi de gâyet tabiîdir. İbn-i Mesûd diyor ki; “Peygamber Efendimiz: 
    «– Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremeyecektir.» buyurdu. Kendisine: 
    – İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister, denilince Fahr-i Kâinât Efendimiz: 
    «– Allâh güzeldir, güzel olanı sever. Kibir ise hakkı beğenmemek, şımarmak ve insanları küçümsemektir.» buyurdu.” (Müslim, İmân, 147) 
    Başka bir çok rivayette de Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in kılık-kıyâfetin pejmürdeliğini hoş karşılamadığını görmekteyiz. Ashâb-ı kirâmdan Mâlik bin Nadla anlatıyor; “Bir gün dağınık bir kıyafetle Peygamberimiz'in ziyâretine gitmiştim. Beni bu şekilde gören Efendimiz sordu: 
    «– Senin malın mülkün var mı?» 
    – Evet, var yâ Resûlallâh! dedim. 
    «– Ne gibi malların var?» dedi. Ben de: 
    – Allâh bana deve, koyun, at sürüleri, arpa ve buğday harmanları ihsan etmiştir, dedim. Bunun üzerine Güzeller Güzeli Efendimiz : 
    «– Allâh sana mal mülk ihsan etmişse O'nun nimetinin ve ikrâmının eseri üzerinde görünsün.» b uyurdu.” ( Ebû Dâvûd, Libâs, 14) 
    Yine “Cibril Hadisi”nde, Cebrâil -aleyhisselâm- 'ın Efendimiz ve ashâbının huzuruna çıktığı zaman, pırıl pırıl bir görünüm sergilediği, saçlarının simsiyah, elbisesinin bembeyaz olduğu, üstünde başında en küçük bir leke ve dağınıklık bulunmadığı ifâde edilmektedir. (Müslim, Îmân, 1) 
    Fahr-i Kainât Efendimiz imkân nisbetinde beyaz giyinmeyi tercih eder ve bu husûsta; “Beyaz renk elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise temiz ve daha hoş görünümlüdür. Ölülerinizi de beyaz kefene sarınız! ” (Tirmizî, Edeb, 46) buyurarak mü'minlerin dirisi yanında ölüsüne bile daha temiz ve daha hoş görünümlü olan beyaz renkli elbiseyi tavsiye etmekteydi. 5
    Resûlullah -sallalahu aleyhi ve sellem-'in yolculuğa çıktıkları anlaşılan bir grup ashâbına verdiği şu öğütler de oldukça mânidardır; “Sizler kardeşlerinizin yanına varacaksınız; binek hayvanlarınızı düzene koyunuz, elbiselerinize çeki düzen veriniz! Tâ ki, insanlar arasında, yüzdeki güzelliğin timsâli olan ben (şâme) gibi olunuz. Çünkü Allâh çirkin görünüşü ve kötü sözü sevmez .” (Ebû Dâvûd, Libâs, 25) 
    Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz, insanların karşılıklı ilişkilerinde, giyim kuşam tertîbinin yanısıra binilecek araçlara bile çeki düzen verilmesini emreder. Bu tutum, başkalarına olan saygımız ve sevgimiz hakkında da fikir verir. Bu sebeple giyilen her çeşit elbisenin tertipli ve düzenli olması gerekir. 
    Bir kimsenin giyim kuşamı, karşıdaki muhâtaba o kişinin şahsiyet yapısıyla alâkalı ipuçları da verir. Tabiî ki bu yegâne ölçü değildir; fakat önemli ölçülerden biridir. “İnsanlar elbiseleri ile karşılanır, sözleriyle ağırlanırlar.” hikmeti bu gerçeğin en güzel ifâdelerinden biridir. Çünkü düzgün bir kıyafet, insanın vakur görünmesine ve saygı görmesine vesile olur. Bu ise dinimizde arzu edilen bir durumdur. İnsanlar böyle güzel görünüme sâhip bir kimseye daha yakın olmak ister ve kendisiyle ülfet etme yolunu ararlar. Böylece kalpler birbirine daha çabuk ısınır ve insan karşısındakine vermek istediği mesajı daha kolay verebilir. Şu halde tertipli ve temiz giysilerle, kibirlilik ve kendini beğenmişliği ifâde eden elbiseleri, birbirinden ayırmak gerekir. 
    Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in tavsiye ve emirlerinden anlaşıldığına göre giyim kuşamda moda ve lüksün değil, yakışma ve uyum esâsının belirleyici olması; cinsiyet farkının gerektirdiği tabiî ve normal süsün ihmâl edilmemesi gerekir. Nitekim saçı olanın bakımına özen göstermesini isteyen Efendimiz (Ebû Dâvûd, Tereccül, 3), yarı tıraşlı bir çocuk gördüğünde, “Ya tam tıraş edin veya tamâmen saçlarını bırakın!” buyurmuş (Ebû Dâvûd, Tereccül, 14), başın herhangi bir yerinde bir tutam saç bırakılmasını hoş karşılamamıştır. 
    Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir keresinde de kendisine perde arkasından yazılı bir sahife uzatan elin, erkek mi yoksa kadın eli mi olduğunu sormuş, kadın eli olduğu söylenince; “Öyle olsaydı tırnaklarına kına yakardı!” buyurmuştur. (Nesâî, Zînet, 18) Yine Efendimiz, eşarbını başına iki kere doladığını gördüğü Ümmü Seleme vâlidemizi, erkeklerin sarığına benzediği için; “Bir kere dola, iki kere değil!” diye uyarmıştır. (Ebû Dâvûd, Libâs, 35) Hatta kadınların kullanacakları güzel kokunun, hafif olması gerektiği belirtilirken, erkek kokularının buna nispetle biraz daha ağır olabileceği söylenmiştir. (Nesâî, Zînet, 32) ­ 
    Bunun yanında ipek ve altın kullanımı erkeklere haram kılınmış ancak bunların kadınlar için giyim ve zinet eşyası olduğu belirtilmiştir. (İbn-i Mâce, Libâs, 19) 
    Üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan elbiselerin giyilmesine de müsâade edilmemiştir. Efendimiz'in, sûret ve köpek bulunan evlere meleklerin girmeyeceğini bildirdiği ve resimli örtülerin kaldırılmasını istediği bilinmektedir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 45) 
    Yine vahşi hayvanların tabaklanmamış derilerinden yapılan kürk ve diğer giyim eşyalarının kullanılması da Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. (Tirmizî, Libâs, 32; Dârimî, Edâhî, 19) Âlimlerimiz muhtelif hadislerden hareketle domuz derisi hâriç tabaklanıp temizlendikten sonra diğer hayvanların derilerini kullanmakta bir beis olmadığını bildirmişlerdir. Zîra Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Tabaklanarak kullanılır hâle getirilen her türlü deri temizdir.” buyurmaktadır. (Tirmizi, Libâs, 7) 6
    Giyim kuşamdaki düzenlemelere ek olarak, mü'minin dış görünümüyle alâkalı birtakım belirleyici prensipler de getirilmiştir. Meselâ erkeklerden, sakalın uzatılması ve bıyıkların mümkün olduğu kadar kısa tutulması, böylece müşriklere muhalefet edilmesi istenmiştir. (Buhârî, Libâs, 64) Yine bazı rivayetlerde, za'feranla aşırı sarıya boyanmış elbiselerin, kâfirlerin veya genel olarak kadınların giydiği elbise olması ve dikkatleri üzerine çekmesi sebebiyle erkekler tarafından kullanılması yasaklanmıştır. (Müslim, Libâs, 27-28) 
    Ayrıca bazı hadîs-i şerîflerde ise kadınların saçlarını kökünden kazıtmaları doğru bulunmamıştır. (Nesâî, Zînet, 4) Kadınların Allâh'ın yarattığı şekli bozarak yüzlerinin ve kaşlarının kıllarını almaları, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştirmeleri, cildlerine dövme yapmaları ve peruk takmaları şiddetle yasaklanmıştır. (Buhârî, Libâs, 82-87) 7
    Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- gözlere “ismid” denen sürme çekmenin görmeyi kuvvetlendireceğini ve kirpikleri besleyeceğini bildirmiş ve bunu tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 13) 
    Hulâsa giyim kuşamla alâkalı emir ve tavsiyelerden anlaşıldığına göre kişi, tesettüre uygun olmayan elbiseleri kullanmaktan kaçınmalı, imkânlar nisbetinde düzgün bir görünüme sâhip olmaya gayret etmelidir. Ayrıca kadın ve erkek, kendi fıtrî yapılarına uygun olmayan giyim kuşam ile isrâfa veya gurura sevk edecek kılık kıyafetlerden uzak durmalıdırlar.

  •  

TEMİZLİK ADABI

(Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete ancak temiz olan girer.) Deylemi

HADESTEN TEMİZLİK


“Hades”ten temizlik gözle görülmeyen ancak bedende hükmen var olduğuna inanılan pisliklerden kurtulmaktır. Bu temizlik, duruma göre abdest veya gusül ile gerçekleştirilir. Bu çeşit temizlik, maddî kirleri gidermek ve beden sağlığını korumak gibi bir çok faydayı ihtivâ etmekle birlikte, kendisi de başlı başına bir ibâdet olup diğer ibâdetlere hazırlık hükmündedir. Allâh Teâlâ hangi durumlarda Müslümanların abdest veya boy abdesti almaları gerektiğini şöyle beyân etmiştir: 
 

Bu gibi husûslar, her Müslümanın öğrenmesi gereken temel meselelerdir. İşte Allâh Teâlâ âyetin sonunda bunları bir külfet, bir zahmet olsun diye emretmediğini, fakat inananları temizlemek, maddî mânevî pisliklerden ve günahlardan arındırmak için farz kıldığını beyân etmektedir. Esasen her insan tarafından zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken temizlik, İslâm tarafından ibâdet hüviyetine büründürülmüştür. Böylece insanın, temizlik yaparken aynı zamanda bir ibadet neşvesi hissetmesi sağlanmıştır. 

  • NECÂSETTEN TEMİZLİK



    “Necâset”ten temizlik bedenin, giyilen elbisenin veya ibâdet edilecek mekânın necis olan şeylerden arındırılmasıyla sağlanır. Bu konuda öncelikle dikkat edilmesi gereken husûs, tuvalet âdâbına riâyettir. Bu hususla alâkalı, Peygamber Efendimiz 'in sünnetinde ve tatbikâtında mevcut bulunan bir kısım edep kâideleri şunlardır: 
    1. Tuvalete girmeden önce, üzerinde Allâh veya Peygamber ismi gibi kutsal ifâdeler yazılı rozet veya yüzük türü şeyler çıkarılmalıdır. Nitekim Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- tuvalete gireceği zaman kelime-i tevhid ibaresi nakşedilmiş olan yüzüğünü çıkarırdı. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 10) 
    2. Efendimiz'in tavsiyesi gereğince tuvalete girerken: 
    “Allâhım! Maddî mânevî bütün pisliklerden sana sığınırım.” (Müslim, Hayz, 122) demeli, çıktıktan sonra da: 
    “Benden sıkıntıyı gideren ve bana âfiyet bahşeden Allâh'a hamd olsun.” duası okunmalıdır. (İbn-i Mâce, Tahâret, 10) 
    3. Büyük veya küçük abdest bozarken kıbleye doğru dönülmemelidir. Allâh Resûlü bu husûsta şu uyarıda bulunmuştur; “Biriniz tuvalete gittiğinde, önünü veya arkasını sakın kıbleye doğru dönmesin! ” (Buhârî, Vudû, 11) 
    4. Ayakta bevledilmemelidir. Zîra bu şekilde küçük abdest bozmak, kişinin bedenine ve elbisesine idrâr sıçramasına sebep olur. Hz. Âişe, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in küçük abdestini dâima çömelerek yaptığını haber vermektedir. (Tirmizî, Tahâret, 8) İbn-i Ab­bâs -ra­dı­yal­lâ­hu an­hü­mâ-'nın ri­vâ­yetine göre Ra­sûl-i Ek­rem Efen­di­miz, iki kab­rin ya­nın­dan ge­çer­ken: 
    “İki­si de azap gö­rü­yor­lar, an­cak bü­yük bir gü­nah­tan do­la­yı de­ğil. Bi­ri­si söz gö­tü­rüp ge­tir­di­ğin­den, di­ğe­ri de kü­çük ab­dest bo­zar­ken gerektiği şekilde ko­run­ma­dı­ğın­dan do­la­yı azap görüyor.” bu­yur­du. Aka­bin­de yaş bir hur­ma da­lı is­te­di. Onu iki­ye ayır­dı ve da­ha son­ra bun­la­rı ka­bir­le­rin ba­şı­na bi­rer bi­rer dik­ti. Son­ra da söz­le­ri­ne şöy­le de­vâm et­ti; “Ku­ru­ma­dık­la­rı müd­det­çe, on­la­rın azâ­bı­nı ha­fif­let­me­le­ri umu­lur.” (Müs­lim, Ta­hâ­ret, 111) 
    Ayrıca, ayakta bevletmenin birtakım böbrek rahatsızlıklarına sebep olduğu da tıbbî bir gerçektir. 1
    5. Küçük abdest bozarken uzuv sağ el ile tutulmamalı, taharetlenirken sol el kullanılmalıdır: Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Hiç biriniz küçük abdest bozarken uzvunu sağ eliyle tutmasın ve sağ eliyle taharetlenmesin!… ” (Buhârî, Vudû, 19) 
    6. Tahâretlenme elden geldiği kadar su ile yapılmalıdır. Allâh Resûlü imkân nisbetinde su ile tahâretlenmeyi tercih etmiştir. (Buhârî, Vudû, 15-17) Kubalılar'ın bu temizliği su ile yapmaları sebebiyle, Allâh Teâla tarafından övüldüğünü görmekteyiz. Rivâyete göre, “O (takvâ temelleri üzerine tesis edilen Kuba Mescidi'n) de temizlenmeyi seven erler vardır. Allâh çok çok temizlenenleri sever!” (et-Tevbe 9/108) âyeti nâzil olunca Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Kubalılar'ın yanına varıp: 
    “– Ey Ensâr topluluğu! Allâh Teâla sizin temizliğinizi övüyor, sizler nasıl temizleniyorsunuz?” diye sormuş, onlar da: 
    – Namaz için abdest alıyor, cünüp olunca gusl ediyor ve su ile tahâretleniyoruz, diye mukâbele etmişlerdi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz : 
    “– İşte bunun için övüyor. Böyle yapmaya devâm ediniz.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Tahâret, 28) 
    Âyet-i kerîmede su ile temizlenmeleri sebebiyle Allâh Teâla'nın Kubalılar'ı övmesi, Resûlullah'ın da bu vesileyle söylediği takdir ve teşvik edici sözleri, su ile tahâretlenmenin mutlak surette İslâm âdâbından olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Güzel bir temizlik için, yalnızca kâğıt ve benzeri şeyleri kullanmak yeterli değildir. Ayrıca su ile tahâretlendikten sonra bir de kurulanmak gerekmektedir. 
    7. Kazâ-i hâcet esnâsında konuşmamak ve avret mahallini başkalarına göstermekten sakınmak da âdaptandır. Peygamber Efendimiz bu tür âdâba dikkat etmeyenlere Allâh Teâlâ'nın gazap edeceğini bildirmiştir. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 7) 
    8. Küçük abdest sonrası erkeklerin, hemen değil de bir müddet yürüdükten, hareket ettikten veya bekledikten sonra abdest alması da âdâptandır. Zîra kişi bu sâyede mesânede kalması muhtemel olan idrârdan tamamen kurtulur. Böylece abdestine de bir halel gelmez. (İbn-i Mâce, Tahâret, 19) Peygamber Efendimiz bu meseleyle alâkalı olarak bevilden sonra erkeğin uzvunu arkadan öne doğru üç kere çekmesini tavsiye etmiştir. (İbn-i Mâce, Tahâret, 19; İbn-i Hanbel, IV, 347) 
    9. Açık arazide iken ihtiyacını gideren kimseler, yollara, mesire yerlerine, gölgeliklere, durgun sulara, hayvan ve haşerât yuvalarına abdest bozmaktan sakınmalıdırlar. Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-'den rivâyet edildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: 
    “ – Lâneti gerektirecek iki şeyden sakınınız!” buyurdu. Sahâbe-i kirâm: 
    – Lâneti gerektirecek iki şey nedir? diye sordu. Peygamber Efendimiz: 
    “ – İnsanların gelip geçtikleri yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır.” buyurdu. (Müslim, Tahâret, 68) 
    Câbir -radıyallâhu anh- de; “Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- durgun sulara bevletmeyi yasakladı.” demiştir. (Müslim, Tahâret, 94) 
    Abdullah bin Sercis -radıyallâhu anh- ise Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in yer yüzündeki hayvan ve haşerât yuvalarına bevletmeyi yasakladığını, rivâyet etmiştir. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 16)


    Dipnotlar:
    1.Uzmanların verdiği bilgiye göre, insan oturarak tuvaletini yaptığında mesâne kesesi tam olarak gevşer ve içindeki maddeler sıvı ile birlikte tamamen dışarı atılır. Ayakta bevledildiğinde ise mesâne kesesi gergin kaldığı için atıkların bir kısmı idrar yollarını kapatır ve iltihaplanma ile birlikte bazı rahatsızlıklara sebep olur. 


  • BEDENİ ÇEŞİTLİ İFRÂZÂTTAN TEMİZLEMEK


    Hades veya necaset hali dışında vücûtta oluşan birtakım kir, pas, koku ve bunlara sebep olan ifrazattan temizlenmek, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- 'in sünnetidir. Her Müslümanın en azından haftada bir kez, özellikle cuma günleri yıkanması, Efendimiz tarafından bilhassa tavsiye edilmektedir. Bu husûsla alâkalı rivâyetlerden bir kısmı şöyledir: 
    “Biriniz cuma namazına gideceği zaman boy abdesti alsın. ” (Buhârî, Cum'a, 2) 
    “Bir kimse cuma günü cünüplükten temizleniyormuş gibi boy abdesti aldıktan sonra erkenden cuma namazına giderse, bir deve kurban etmiş gibi sevap kazanır… ” (Buhârî, Cum'a, 4) 
    Cuma namazına gitmeden önce gusletme konusundaki hadis-i şeriflere bakıldığında, bunun farz olmadığı anlaşılmakla birlikte, boy abdesti alarak cumaya gitmenin ve böylece huzurlu bir gönülle namaz kılmanın insana büyük sevap kazandıracağı anlaşılmaktadır. Cuma namazına yakın bir saatte gusletmek, câmiye hazırlıklı gitmeyi sağlar. Ancak, daha önce yıkanmakla da Cuma günü gusletme sünneti îfâ edilmiş olur. 
    Yine günde beş vakit namaz için alınan abdestten başka, her yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması temizlik âdâbındandır. (Tirmizî, Et‘ime, 39) Diğer taraftan fıtrat gereği tırnakların kesilmesi, sakal ve bıyıkların kısaltılması, dişlerin fırçalanması Efendimiz'in tâlim ettiği edep kâidelerinden birkaçıdır. Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-'den rivâyet edildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: 
    “Peygamberlerin sünneti beştir. Bu beş şey fıtrat gereğidir: Sünnet olmak, kasıkları tıraş etmek, tırnakları kesmek, koltuk altını temizlemek, bıyıkları kısaltmak.” (Buhârî, Libâs, 63-64) 
    İnsan olarak yaratılmanın tabiî gerekleri diye anlaşılması mümkün olan bu beş husûsun, bir başka rivâyette ona kadar çıkarıldığı görülür. (Müslim, Tahâret, 56) Her iki rivâyeti göz önünde bulundurmak sûretiyle fıtrattan olduğu belirtilen bir kısım fiileri, şu şekilde sıralayarak îzâh edebiliriz: 
    a. Sünnet Olmak (Hitân): Müslümanlığın alâmetlerinden biridir. Sünnet olmanın vakti, doğumu tâkib eden yedinci günden başlamak üzere, bulûğ çağına kadardır. Ancak en uygunu, çocuk sünnet olmanın bilincine vardığı yaşta bu işi yapmaktır. 
    Sünnet olmak, fıtrî ihtiyâcın yanında sağlık açısından ve dengeli cinsî duygulara sâhip olmak bakımından da faydalıdır. Sünnet olmanın faydası bugün çok daha iyi bilinmekte ve hıristiyan ülkelerde de, sağlık gerekçesiyle, sünnet olanların sayısının giderek arttığı görülmektedir. 
    b. Tırnak Kesmek : Tırnakları parmaklara zarar vermeyecek şekilde kesmelidir. Tırnak kesmek için belli bir süre tayin edilmediğinden, tırnak uzadıkça kesilir. Tırnak kesmenin câiz olmadığı herhangi bir gün yoktur. Bunun yanında, Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in cuma günleri tırnak kesmeyi sevdiği de nakledilir. (Heysemî, II, 170; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 244) 
    Tırnak kesiminde dikkatli davranıp, etrafa sıçratmamaya ve kesilen tırnak parçalarını ortalıkta bırakmamaya gayret etmelidir. 
    Günümüzde birçok hanım, tırnaklarını farklı sebeplerle uzatmaktadırlar. Bunun İslâm âdâbıyla bağdaşmadığı ortadadır. Tırnak altlarında oluşacak birtakım kirler, insan sağlığı açısından oldukça zararlıdır. Özellikle mutfakta yemek yapan hanımların, uzun tırnaklarla bu işleri yapması hiç hoş değildir. 
    Ebû Vâsıl şöyle anlatıyor: 
    “Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye rastladım, benimle musâfaha yaptı. Tırnaklarımı uzun bularak Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in şöyle buyurduğunu nakletti: 
    «Sizden öyleleri var ki semâ haberleriyle ilgilenir. Hâlbuki tırnaklarını (yırtıcı) kuş tırnağı gibi uzatmıştır da diplerinde cünüplük, kir, pas ve pislik yuva tutmuştur.» ” (İbn-i Hanbel, V, 427) 
    c. Koltuk Altlarını Temizlemek : Buradaki kılların temizliği, yolmak veya tıraş etmek yahut ilâç kullanmak sûretiyle yapılabilir. Temizlik işine de sağ koltuk altından başlamak uygundur. 
    d. Etek Tıraşı Olmak (İstihdâd) : Kasıkları, edep yerlerini tıraş etmek demektir. Halkımız arasında buna “etek temizliği” denilmektedir. 
    İslâm'ın emrettiği beden temizliği ve tırnakların kesilmesi gibi fıtrî işleri, kasten ihmâl etmek, sünneti terke sebep olacağı için doğru değildir. 
    e. Bıyığı Kısaltmak : Bıyıkları, üst dudakların kırmızısı ortaya çıkacak şekilde kesmek ve bunu da sağdan başlayarak yapmak daha güzel olacaktır. Bıyıkların ağzı kapatacak ve üst dudak kenarlarından taşacak şekilde uzatılması asla tasvip edilmemiştir. Yenilen veya içilen şeylerin bıyıklara bulaşmamasına da dikkat etmek lâzımdır. 
    f. Sakalı Uzatmak : Müslüman erkeklerin sakallarını tamamen kesmeleri doğru görülmemiştir. Sakalların fazla uzayıp çirkin bir manzara arzetmesi halinde, boyundan ve eninden kesilebileceğinde ittifak edilmiştir. Sünnete uygun olan, sakalın boyunun bir tutam olması, ondan fazlasının kesilmesidir. 
    g. Misvak Kullanmak : Misvak, diş ve ağız temizliğinde kullanılan yumuşak lifli Erâk ağacının çubuklarına denir. Hadislerde geçtiği şekliyle “sivâk” kelimesi de aynı anlama gelmektedir. Sivâk ayrıca fiil olarak dişleri fırçalamak mânasında kullanılır. Resûlullâh Efendimiz 'in gerek misvak kullanması gerekse bu husûstaki tavsiyeleri oldukça mânidardır. Konuyla alâkalı bazı rivâyetler şöyledir: 
    “Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara her namaz vaktinde misvâkla dişlerini temizlemelerini emrederdim. ” (Buhârî, Cum'a, 8) 
    “Misvak kullanmak ağzın temiz kalmasına ve Rabbın razı olmasına sebeptir. ” (İbn-i Mâce, Tahâret, 7) 
    Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle der: 
    “Biz Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in misvakını ve abdest suyunu akşamdan hazırlardık. Allâh onu, gecenin dilediği saatinde uyandırırdı. Uyanınca hemen misvakla dişlerini temizler, abdest alır ve namaz kılardı.” (Müslim, Müsâfirîn, 139) 
    Şüreyh bin Hânî der ki; Hz. Âişe'ye: 
    – Peygamber Efendimiz eve girdiği zaman ilk önce ne yapardı? diye sordum. 
    – Dişlerini misvaklardı, dedi. (Müslim, Tahâret, 43-44) 
    Mevzû ile alâkalı rivâyetler tetkik edilince, Resûlullâh Efendimiz'in hayatında misvak kullanmanın büyük bir önemi olduğu görülür. Bu rivâyetleri genel anlamda ağız ve diş temizliği tavsiyesi olarak değerlendirmek lâzımdır. Yani bu temizlik için kesinlikle misvak kullanmak gerekir gibi bir zorlama yoruma gitmek doğru değildir. Ancak bulabilenler misvak kullanmalıdırlar. Zîrâ bunun pek çok faydası vardır. Bulamayanlar ise uygun diş fırçası ve mâcunu kullanmak sûretiyle gerekli temizliği yapabilirler. Hattâ misvak veya fırça bulunmadığı zaman, geçici de olsa parmaklarla diş temizliği yapılabilir. 
    h. Burna Su Çekmek (İstinşâk) : Burun deliklerinin su çekmek sûretiyle temizlenmesi sünnettir. Burun içini temizlemek gusül abdestinin farzlarından olduğu için guslederken kesinlikle ihmâl edilmemelidir. 
    i. Parmak Boğumlarını İyice Yıkamak : Parmakların eklemleri ve kulak kıvrımları gibi kir birikmesi ihtimali bulunan yerleri temizlemek sünnettir. 
    k. Ağzı Yıkamak (Mazmaza) : Dişleri fırçalamanın yanında, ağzı su ile iyice çalkalamak da sünnettir. 



SÖZ SÖYLEME ADABI

İNSANLARA GÜZEL SÖZ SÖYLEYİNİZ

Cenâb-ı Hak, kullarının yürüyüşlerinde ve konuşmalarında bir nezâketin olmasını arzu ederek şöle buyurur:

“Yürüyüşünde mûtedil ol! (Ne çok hızlı, ne de yavaş yürü! Sükûnet ve vakarını muhâfaza et!) Sesini alçalt! (Bağırıp çağırarak konuşma!) Unutma ki, seslerin en çirkini merkep sesidir.” (Lokmân, 19)

Yine Rabb’imiz şöyle buyurur:

“…İnsanlara güzel söz söyleyiniz!..” (el-Bakara, 83)

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler!..” (el-İsrâ, 53)

LÜZUMSUZ VE ÇİRKİN KONUŞMAK YASAK

İslâm, lüzumsuz ve çirkin konuşmaları yasaklar. Çok konuşmayı uygun görmez. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Allâh’a ve âhiret gününe îman eden kişi ya hayır söylesin veya sussun!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îmân, 77)

Allah ve Rasûlü, insanların veciz sözlerle, pırlanta ifâdelerle konuşmasını, kullanacakları her kelimeyi dikkatle seçmelerini tavsiye buyururlar.[1]

Yine Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Muhakkak ki bir kısım sözler, sihir (gibi bir tesir gücüne sahip)tir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Nikâh, 47)

Yani bâzı sözler, kalpte büyüleyici bir tesir meydana getirir. Bu ise, lisâna hâkimiyet ve maksada en uygun kelimeleri seçebilmekle mümkündür. Bu kudretin zirvesi ise, Kur’ân-ı Kerîm’de müşâhade edilir. Kur’ân âyetleri, fesâhat ve belâğatin zirvesinde olup büyük bir mûcizedir. Bu sebeple Kur’ân’ın hikmet dolu hitaplarından istifâde etmek lâzımdır.

KUR’ÂN-I KERİM’DE KONUŞMA ÜSLÛBU

Kur’ân-ı Kerîm, nerede nasıl konuşmak gerektiğine, yani söz söyleme âdâbına büyük ehemmiyet verir. Şöyle ki:

  • قَوْلًا لَيِّنًا : Zâlimlere karşı bile yumuşak söz,

  • قَوْلًا مَيْسُورًا : Yoksula karşı gönül alıcı, tesellî edici söz,

  • قَوْلًا كَر۪يمًا : Anne-babaya karşı tatlı ve güzel söz,

  • قَوْلًا سَد۪يدًا : Bütün insanlara karşı doğru söz,

  • قَوْلًا مَعْرُوفًا : Yetimlere ve muhtaçlara güzel söz,

  • قَوْلًا بَل۪يغًا : Tebliğ için açık, net ve hikmetli söz söylemeyi telkin eder.

Velhâsıl İslâm, her hususta insanların ince, nâzik, anlayışlı, hürmetkâr ve efendi olmasını sağlayacak en güzel esasları getirmiştir. Bu esaslara riâyet eden müslümanlar, iki cihanda da mes’ûd olur ve ebedî saâdete kavuşurlar. İslâm’ı kabul etmeyip insanların koyduğu kâidelere göre yaşamak isteyenlerin ise saâdeti geçici olur ve neticede ebedî bir perişanlığa sürüklenirler.

Dipnotlar: [1] el-Bakara, 104; en-Nisâ, 46; Buhârî, Edeb 100, Deavât 6.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

Konuşmanın Yedi Âdabı

 

Allah’ın insanlara verdiği birçok nimet vardır. Konuşma nimeti ise insanı diğer canlılardan ayıran vasıfların başında gelir. İnsanın vasf-ı mümeyyizi olan konuşma nimeti, diğer nimetlerde de olduğu gibi, rast gele kullanılmamalı, belirli kıstaslar içerisinde konuşma adabına riayet edilmelidir. Konuşma adabını “Ne söylediğine ve hangi zamanda söylediğine dikkat et.” diye en sade şekilde özetleyen Hazreti Ebu Bekir Efendimiz’in bu sözü bizim için mihenk taşıdır. Nerde konuşmak, ne zaman susmak, ne söylemek, neyi söylememek ve bunları yapabilmenin
pratik usullerini sizin için yedi maddede topladık.

1. Susmasını bilmek
Öncelikle konuşmanın zıddı olan susmak, en güzel huylardandır. Âfiyet ve selâmetin onda dokuzu susmaktadır. Çünkü insanın başına gelen belâlar çok konuşması sebebiyledir. Süleyman aleyhisselam “Eğer konuşmak gümüş ise susmak altındır.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)de “Çok konuşanın hatası çok olur, hatası çok olanın günâhı da çok olur, günâhı çok olan kimseye de ateş daha lâyık olur.” buyurmuşlardır.

2. Faydasız sözleri terk etmek
Fazla konuşmak, tekrarında fayda olmayan şeyleri tekrar etmek ve lüzumundan fazla konuşmaktır. Faydası olmayan şeyleri konuşarak vakit zayi edilmemelidir. İnsan ömründen hesaba çekilecektir. Resûlullâh (s.a.v.); “Kişinin faydasız şeyleri terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir.” yine başka bir hadisinde “Dilini fazla konuşmaktan tutan ve malının fazlasını infâk eden kimseye müjdeler olsun.” buyurdular.

Konuşmanın ortası; az sözle maksadını gizlemeyen, çok sözle muhâtabını usandırmayandır. Hızır (a.s.), Mûsâ (a.s.)’a bu hususta: “Ey Mûsâ, dinleyen söyleyenden daima fazla usanır ve yorulur. Konuştuğunda muhâtabına bıkkınlık verecek kadar sözü uzatma. Hem şurasını da iyi bil ki; kalbin bir kap gibidir. Onun içine koyacağın şeyleri düşün de koy.” der.

3. Yalana yaklaşmamak
Kişi, doğru veya yanlış her duyduğu şeyi söylememelidir. Müslüman, tehlike görse bile doğruyu söyler, yalan konuşmaz. Çünkü doğru söylemekte tehlikelerden kurtuluş vardır. Kurtuluş doğrulukta, helâk olmak ise yalandadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Duyduğu her şeyi söylemesi, kişiye günah olarak yeter.” ve “Kim ki, yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, Allâhü Teâlâ o kimsenin yemeyi, içmeyi bırakmasına, orucuna bir kıymet vermez.” buyurmuştur.

4. Bilmiyorum deme erdemine sahip olmak
Bir insan için bütün ilimleri bilmek imkânsızdır. İş böyle olunca bazı şeyleri bilmemek bir eksiklik değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde “Kendine bir meseleden sorulup da bilmediği hâlde fetvâ veren kimse hem sapık hem de saptırandır.” buyurmuşlardır. Hz. Ali (k.v.): “Size bir şey sorulup da bilemediğiniz zaman ‘Bilmiyorum, Allah bilir.’ cevabını vermeniz kalb ve vicdâna ne kadar hoş gelir. Zâten âlim; bilmediklerinin bildiklerinden çok olduğunu bilendir, İbn-i Abbas radiyaallahumâ, “Bilmiyorum demeyi terk eden âlim, belâsını bulmuş demektir.” der. Bazı âlimler ise “Bilmiyorum diyen, noksanını bilip çalışa çalışa âlim olur, fakat bilmediği halde biliyorum dâvâsında bulunan, felâket çukuruna düşer.” demişlerdir.

5. Münakaşayı terk
Münâkaşa ve mücâdeleden uzak durmalıdır. Çünkü bunlar düşmanlığın anahtarıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kim haklı olduğu hâlde münâkaşayı terk ederse cennetin en üst derecesinde onun için bir köşk yapılır. Kim de haksız olduğu hâlde münâkaşayı terk ederse onun için cennetin kenarında bir köşk yapılır.” buyurmuştur.

6. Gıybetten sakınmak
Konuşma adabına riayet eden kişi gıybet etmez. Gıybet, kişinin başka birisi hakkında, duyduğunda hoşlanmayacağı şeyleri o kişi yanında yok iken açıkça, kinâye yoluyla veya işâretle söylemesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Bilir misiniz, gıybet nedir?” Allah ve resûlü daha iyi bilir, dediklerinde “Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şey ile anmandır.” buyurdu. “Ya söylediğim kardeşimde varsa?…” denildiğinde ise “Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun ve eğer söylediğin onda yoksa o vakit ona iftirâ etmiş olursun.” buyurdu.

7. Çirkin sözden sakınmak
Sövmek ve çirkin söz söylemek de adaba riayet eden kişinin huyu değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kötü ve çirkin söz cefâdır, cefâ ise cehennemdedir.” “Muhakkak Allah çirkin ve kötü söze buğzeder.” buyurdular. Allâh’ın yarattıklarından -canlı, cansız- hiçbir şeye lânet etmez, lânet etmeyi alışkanlık hâline getirmez. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kul bir şeye lanet ettiği vakit, bu lanet göğe yükselir, yükselince de göğün kapıları kendisine kapanır. Sonra bu lanet yeryüzüne iner. Yeryüzünün de bütün kapıları kendisine kapanır. Bundan sonra sağa döner, sola döner, çıkar yol bulamayınca, (sonunda) lanet edilmiş olan kimseye döner. Bu kimse buna lâyık ise, iş tamamdır; değilse, lanet edenin kendisine döner.” buyurmuşlardır.

YOLCULUK ADABI

YOLCULUK ÂDABI



 

“Allâhım! Ümmetimin (sabah) erkenden başladıkları 
işlerini bereketli kıl!” (Ebu Dâvûd, Cihâd, 78)

 

İnsan hayatının vazgeçilmez ihtiyaç ve vâkıalarından biri, yapılan yolculuklardır. Bu yolculuklar askerî, ticârî, ilmî maksatlarla olabileceği gibi ibret almak ve sıla-i rahim için de olabilir. Bunun haricinde beşeri hayat îcâbı daha farklı gayelerle de yolculuklar yapılır. Şu kadar var ki yapılan bu yolculukların; dinen “meşru” olması, belli bir gâyeye mâtuf olması ve Allâh ve Resûlü'nün emrine muhalif olmaması gerekmektedir

 

Yolculukların esas hedefini, Rabbimizin rızası ve O'nun tâlim buyurduğu maksatlar teşkil etmelidir. Yüce Rabbimiz, Zâtı'nın azamet ve kibriyâ nişânelerini müşâhede etmek ve geçmiş nesillerin iyi veya kötü hâllerinden ibret alabilmek için seyr ü sefer yapmayı tavsiye ederek:

 

“ (Resûlüm) de ki: Yeryüzünde dolaşın da (dîni) yalanlayanların âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir bakın!” (el-En'âm 6/11)

 

“ (Resûlüm) de ki: Yeryüzünde dolaşın da Allâh'ın (kâinâtı) ilk olarak nasıl yarattığına ve sonra ikinci dirilişi nasıl tekrar ettiğine ibret nazarıyla bir bakın. Şüphesiz Allâh, her şeye kâdirdir” buyurur. (el-Ankebût 29/20)

 

Kur'ân-ı Kerîm, samimi niyetlerle ve güzel gâyelerle sefere çıkmayı ve seyahati teşvik etmektedir. Bu maksatla seyahat edenleri; tevbe, ibadet, hamd, rükû ve secde edenler, emr-i bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münkerde bulunanlar ile birlikte zikrederek müjdelemiş ve övmüştür. (et-Tevbe 9/112) Bu sebeple olmalıdır ki ta Hz. Ömer'den itibaren İslâm âleminde yol ve konaklama tesisleri ciddi olarak ele alınmıştır. Meselâ Kahire'den yola çıkan bir kişi Bağdat'a gelinceye kadar yanına ne kendisi için azık ne de hayvanına yem almadan huzurlu ve emniyetli bir şekilde seyahat edebilmiştir

 

Seyahat, tasavvufta seyr u sülûkun ikmali için uygulanan bir metoddur. Bu uygulama ile doğup büyüdüğü, âşina olduğu yerlerden ayrılan kişi, dünyada fânî olduğunu hisseder. Ziyâret ettiği yerlerde kendisini kimsenin tanımaması neticesinde, gariplik duygusunu derinden hissetmesi onun maneviyatının ve şahsiyetinin tekamülüne vesile olur. Zira seyahat etmek, suyun akmak sûretiyle pisliklerden arınması gibi, sâliki dünya bağlarından ve manevi kirlerden temizler

 

Müslümanları, vâkıalardan ibret almak ve daha ziyâde mânevî bir gaye için seyahate teşvik eden İslâm dini, yolculuğun meşakkatine mukâbil dört rekâtlık farz namazları iki rekât kılmak, duruma göre oruç tutmayı ve Cuma namazı kılmayı ihtiyârî hâle getirmek, imkânını zâyi edene zekât alabilmek ve kurban kesmemek gibi bâzı kolaylıklar getirmiştir

 

Allâh Resûlü, hicret, gaza ve benzeri vesilelerle birçok yolculuklar yapmıştır. Bu yolculuklarında dikkat ettikleri mühim hususlar vardır ki bunlar, ümmeti için de ittiba edilmesi gereken birer örnektir

 

Fahr-i Kâinât Efendimiz, yolculuklarına umûmiyetle Perşembe günü çıkardı. Perşembe günü haricinde yolculuğa çıktığı pek nâdir olurdu(Buhârî, Cihâd, 103; Ebu Dâvûd, Cihâd, 77)

 

Peygamber Efendimiz'in, yolculuk için bu günü seçmesinin şüphesiz pek çok hikmeti vardır. Zira bu gün, amellerin Allâh Teâlâ'ya arzedildiği (Tirmizi, Savm, 43) ve cennet kapılarının açıldığı bir gündür. (Müslim, Birr, 35) Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yolculuğu da Allâh rızası için yaptığından, bunun bir sâlih amel olarak Rabbine arzedilmesini istemiştir. Dolayısıyla mü'minlerin de bu hassasiyete dikkat etmeleri gerekir

 

Yolculuğa erken saatlerde çıkmak, sabahın serinlik ve dinçliğinden istifâde etmek lâzımdır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem Efendimiz; “Allâhım! Ümmetimin (sabah) erkenden başladıkları işlerini bereketli kıl!” diye dua eder, gönderdiği seriyye ve orduları sabahleyin erkenden gönderirdi. (Ebu Dâvûd, Cihad, 78) Nitekim meşhur bir atasözümüzde; “Erken kalkan yol alır.” denilmektedir. 
İşe erkenden başlamak, sadece yolculuk için değil ilim öğrenmek, ticaret yapmak gibi her türlü hayırlı iş için de pek mühim bir düstûr ve bereket vesilesidir. Mü'minler bu bereket kaynağından istifade etmelidirler. Sahâbeden ticaretle meşgul olan Sahr bin Vedâa el-Gâmidî'nin, ticaret mal ve kervanlarını sabah erkenden yola çıkarırdığı için malının arttığı ve zengin olduğu bildirilmiştir ( Tirmizî, Büyû', 6 )

 

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yolculuğa çıkarken hayvanı üzerine binip iyice yerleşince üç kere tekbir getirir ve:

 

“Bunu bizim hizmetimize veren Allâh'ı tesbih ve takdis ederiz; yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimiz'e döneceğiz” (ez-Zuhruf 43/12-13) âyetini okur, sonra da şöyle dua ederdi:

 

“Ey Allâhım! Biz, bu yolculuğumuzda Sen'den iyilik ve takvâ, bir de hoşnut olacağın amellere muvaffak kılmanı dileriz. Ey Allâhım! Bu yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağı yakın et! Ey Allâhım! Seferde yardımcım, geride kalan çoluk çocuğumun koruyucusu Sen'sin. Ey Allâhım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım”

 

Efendimiz yolculuktan döndüğünde de aynı sözleri söyler ve şu cümleleri ilâve ederdi:

 

“Biz yolculuktan dönen, tevbe eden, kulluk yapan ve Rabbimiz'e hamd eden kişileriz” (Müslim, Hac, 425; Ebû Dâvûd, Cihad, 72)

 

Bu duada Sevgili Peygamberimiz, yolculuğa çıkan herkesin hissedebileceği müşterek endişe ve kaygıları dile getirerek, bunlar için Yüce Rabbimiz'e nasıl niyaz edileceğini fiilen göstermiştir

 

Sevgili Peygamberimiz yolculuğa çıkarken ve binitine binerken şu âyet-i kerîmeyi de okurdu:

 

“ (Bindiğimiz bu vâsıtanın) gitmesi de durması da Allâh'ın ismiyledir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Hûd 11/41)

 

Peygamberimizin yolculuk yaparken dikkat ettiği edepleri maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:

a. Yolculuğa çıkmadan önce vedalaşmak:

Peygamberimiz, yolculuğa çıkmadan önce vedalaşır, yolculuğa giden kişiyi uğurlardı. Yolculuğa çıkmadan önce vedalaşmamızdaki hikmet şudur: Vedalaştığımız kişilerin duası bereketlidir. İnsanlar yolculuk yapan birine mutlaka dua ederler. Eğer yolculuk yapacak bir kişi yakınları, dostları ve ev halkı ile vedalaşmadan yola çıkarsa bu duadan ve o duanın bereketinden mahrum olmuş olacaktır.

Kuze'a adinda bir sahabe şöyle anlatır: "İbn Ömer bana 'Gel seni Rasûlullah'ın beni uğurladığı gibi uğurlayayım' dedi ve şöyle dua etti 'Senin dinini, emanetini ve amellerinin sonlarını Allah'a emanet ediyorum.' " [1]

Ebu Hureyre şöyle anlatır: "Birisi yolculuğa çıkmak istedi. Rasûlullah'a gelip şöyle dedi; 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana tavsiyede bulun. Rasûlullah o adama şunu tavsiye etti 'Sana yüce Allah'tan korkup sakınmanı ve her yüksek yerde tekbir getirmeni tavsiye ediyorum.' Adam oradan ayrılınca Rasûlullah o adam için şöyle dua etti: 'Allah'ım! Bu mesafeyi ona kısalt ve yolculuğunu kolaylaştır.' " [2]

b. Tek başına yolculuk yapmamak:

Peygamberimiz tek başına yolculuk yapmazdı. Bununla beraber tek başına yolculuk yapmayı kınar, kerih görürdü.

Peygamberimiz şöyle buyurur: "Eğer insanlar yalnız başına yapılan yolculuk konusunda benim bildiğim sakıncayı bilselerdi, hiçbir atlı yalnız başına yolculuk etmezdi." [3]

Yolculuk, yolun uzunluğu, yırtıcı hayvanların varlığı, çetelerin yol kesmeleri, hasta olma vb. ihtimallerden dolayı başlıbaşına bir sıkıntıdır. Bunlar bizim ihtimal olarak söyleyebileceğimiz sıkıntılardır. Bir de bizim bilmediğimiz Peygamberimizin bildiği sıkıntılar da vardır. Bu sebeple Peygamberimiz yolculuk için "Yolculuk, azaptan bir parçadır" [4] buyurmakta ve tek başına yapılan yolculukları kerih görmektedir.

Öyleyse günümüzde yolculuk yaparken otobüs, uçak, tren gibi toplu taşıma araçlarını tercih etmeli,  özel arabamızla yolculuk yapacaksak da tek başına yola çıkmamaya özen göstermeliyiz. Bu sünnete daha uygun olandır.

c. Üç veya daha fazla kişi ile yolculuğa çıkıldığı zaman mutlaka birisini başkan seçmek:

Peygamberimiz üç kişiden fazla yolculuk yapanlara başlarına bir emir, başkan tayin etmelerini emrederdi.

Peygamberimiz şöyle buyurur: "Üç kişi yolculuğa çıktıkları zaman içlerinden birini emir olarak seçsinler." [5]

Bunun hikmeti ise şudur: İnsanoğlu ihtilaf etmeye ve tartışmaya meyillidir. İhtilaf ise, insanların birliğini bozar, o topluluğu paramparça eder. Yolculukta ise asıl olan tek başına yolculuk yapmamaktır. İnsanları fırkalaşmadan kurtarmak, bir araya toplamak ise ancak başkan seçmek ile mümkün olur.

Gerek toplu pikniğe giderken, ister toplu bir şekilde mescid açılışına giderken, ister düğün davetine toplu bir şekilde icabet ederken olsun fark etmez mutlaka birini başımıza başkan tayin etmeliyiz. Ancak günümüzde yolculuk yapılırken bu hususa dikkat edilmiyor. Daha doğrusu gördüğüm kadarınca insanlar yolculukta da birine bağlı hareket etmek istemiyorlar. İstediğim gibi hareket edeyim, rahat olayım, özgür olayım düşüncesi olduğu için emir tayin edilmesi gerektiğini bilse de emir seçmiyor. Allah muhafaza bu Peygamberimizin sünnetine muhalefet etmekten öte, çok kötü bir ahlaktır.

d. Yolculuğa Perşembe günü sabah erkenden çıkmak:

Peygamberimiz yolculağa çıkacağı zaman perşembe gününü ve sabah erken vakitleri tercih ederdi. Ka'b ibni Malik anlatır: "Peygamber Tebuk gazvesine Perşembe günü çıkmıştı. O, Perşembe günü yola çıkmayı severdi." Başka bir rivayette şöyle geçmektedir "Rasûlullah bir sefere çıkmak istediğinde Perşembeden başka günlerde pek az yola çıkardı." [6]

Peygamberimizin Perşembe günü yolculuğa çıkmasının hikmetini bilmiyoruz. Fakat Peygamberimizin sabah erken yolculuk yapmasının hikmetini bilmekteyiz. Sabahın erken vakitleri bereketin bol olduğu ve bol bol dağıtıldığı vakitlerdir. Peygamberimiz sabah erken vakit için "Allah'ım! Ümmetim için gündüzün erken vakitlerini bereketli kıl." diye dua etmiştir. Sabah erkenden yolculuğa çıkanlar bu bereketi elde etmişlerdir.

e. Yolcunun, işini bitirir bitirmez ailesinin yanına dönmesi:

Yolcunun, yolculuğa çıkmasını gerektiren amacı gerçekleştirdikten sonra hemen ailesinin yanına dönmesi, daha fazla kalmaması müstehab olandır.

Peygamberimiz şöyle buyurur: "Yolculuk azaptan bir parçadır. Sizi uykudan, yemekten ve içmekten eder. Sizden birisi işini görünce hemen ailesinin yanına dönsün" [7]

f. Yolculuğa çıkmadan, yolculuktan döndükten sonra iki rekat namaz kılmak:

Sefere çıkan kimsenin, abdest alıp iki rekat namaz kılması Peygamberimizin sünnettir. Efendimiz sefere çıkarken abdest alır, iki rekat namaz kılar, aynı şekilde de seferden dönüşünde eve uğramadan mescide girip iki rekat namaz kılardı.[8]

Ümmetine de yolda tembihte bulunarak şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse sefere çıkmayı isterken çoluk çocuğunun yanında kılacağı iki rekat namazdan daha üstün bir şey bırakmış olmaz. -Namaz onun yerine hayru'l Halef olur.-" [9]

g. Yolculukta dua etmek:

Peygamberimiz yolculukta mutlaka dua ederdi. Dua kulluğun özü ve Müslümanın en önemli silahıdır. Azap parçası olan yolculuk ancak dua ile kolaylaşır.

Peygamberimiz seferide iken şuralarda dua ederdi;

• Yolculuk yapılacak vasıtaya binme duası

(( اَللهُ أَكْبَرُ،اَللهُ أَكْبَرُ،اَللهُ أَكْبَرُ ﴿سُبحَٰنَ ٱلَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقرِنِينَ ٣١ وَإِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ ٤١ ﴾ اَللَّهُمَّ إِناَّ نَسْأَلُكَ فيِ سَفَرِناَ هَذاَ الْبِّرَّ وَالتَّقْوَى، وَمِنَ الْعَمَلِ ماَ تَرْضَى، اَللَّهُمَّ هَوِّنْ عَلَيْناَ سَفَرِناَ هَذَا وَاطْوِ عَنَّا بُعْدَهُ، اَللَّهُمَّ أَنْتَ الصَّاحِبُ فيِ السَّفَرِ، وَالْخَلِيفَةُ فيِ الأَهْلِ، اَللَّهُمَّ إِنيِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ وَعْثاَءِ السَّفَرِ وَكَآبَةِ الْمَنْظَرِ وَسُوءِ الْمُنْقَلَبِ فيِ الْمَالِ وَاْلأَهْلِ.))

"Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Bunu bizim hizmetimize veren Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederiz. Yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz ki biz, Rabbimize döneceğiz. Allah'ım! Senden, bu yolculuğumuzda iyilik ve takva, razı olacağın amel dileriz. Allah'ım! Bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır ve onun uzaklığını bize yakın kıl. Allah'ım! Sen, yolculukta dost ve ailemiz için vekilsin.Allah'ım! Yolculuğun meşakkatinden, üzücü manzara (görmekten), ailem ve malımda kötü değişiklikler (ile karşılaşmaktan) sana sığınırım."

Yolculuktan dönünce bu duayla birlikte şunu da söyler:

(( آيِبُونَ تاَئِبُونَ، عاَبِدُونَ، لِرَبِّناَ حاَمِدُونَ.))

"Biz, (yolculuktan, vatanımıza selamet içerisinde) dönenler, tevbe edenler, ibadet edenler, Rabbimize hamd edenleriz." [10]

• Bir köy veya beldeye girerken yapılan dua

(( اَللَّهُمَّ رَبَّ السَّماَواَتِ السَّبْعِ وَماَ أَظْلَلْنَ، وَرَبَّ الأَرَضِينَ السَّبْعِ وَماَ أَقْلَلْنَ، وَرَبَّ الشَّيَاطِينَ وَماَ أَضْلَلْنَ، وَرَبَّ الرَّياَحِ وَماَ ذَرَيْنَ. أَسْأَلُكَ خَيْرَ هَذِهِ الْقَرْيَةِ وَخَيْرَ أَهْلِهاَ، وَخَيْرَ ماَ فِيهاَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهاَ وَشَرِّ أَهْلِهاَ وَشَرِّ ماَ فِيهَا.))

"Yedi kat gök ve onun gölgelediklerinin Rabbi, yedi kat yer ve onun barındırdıklarının Rabbi, şeytanlar ve onların saptırdıklarının Rabbi, rüzgarlar ve onların sürükleyip götürdüklerinin Rabbi olan Allah'ım! Bu köyün, bu köy halkının ve bu köyde bulunanların hayırlısını senden dilerim. Bu köyün şerrinden, bu köy halkının şerrinden ve bu köyde bulunanların şerrinden sana sığınırım." [11]

 

bottom of page